yapılmış en aptalca dalgınlık

    akmerkez'in cam kapısını farketmeyip son sürat dalmak suretiyle kırıp geçmek.* ta ki geriye; sol iç kısmı yamulmuş bir burun, mosmor göz altları ve başa üşüşen sivil polislere o halde dert anlatma ızdırabı kalana kadar. olayın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen travmasını atlatamadım*
    (16.01.2009 13:32)

mayıs sıkıntısı

    çarşamba akşamı cnbc-e ekranlarını şenlendirerek ailecek bizleri mutlu etmiştir.*
    (16.01.2009 13:28)

siyonist markalar

    Tuketiciler birliginin boykot karari aldigi bazi firmalar hakkinda kisa bilgileri paylasmak istedim.


    STARBUCKS

    Starbucks Kafe zinciri dunya capinda 4 709 subesi vardir.

    Howard Shultz, Starbucks'in genel muduru aktif bir siyonisttir. 1998'de Aish HaTorah'in Jerusalem Fonu "Abd ile Israil arasindaki ilişkilerin geliştirilmesinde oynamiş oldugu anahtar rol"den dolayi kendisini "Israil'in 50.yili Siyon Dostlari Ovgu Odulu" ile onurlandirmistir. Aish HaTorah'in Jerusalem Fonu, Cenin kasabi General Shaul Mofaz'in baskanligini yaptigi Israil ordusu fuarini ve Siyonist propaganda web sitesi olan honestreporting. com 'i finanse ediyor.

    Shultz'un calismalari, Israil disisleri bakanligi tarafindan Israil'in uzun donem basarilari icin anahtar rol oynadigi belirtildi.

    Israil ordusu Filistinlileri, Cenin, Bethelem ve Nabulus'ta katlederken, Shultz Filsitinlileri terorist olmakla sucladi ve Intifada'nin Anti-Semistism' in bir gostergesi oldugunu ve buna karsi insanlari Israil'in arkasinda olmasi gerektigini soyledi.

    Diger buyuk sirketleri Israil ekonomisinin kotulesmesi uzerine ulkeden cekilirken, Starbucks Israil'de kalip sallanan ekonomiye yardim etme karari aldi. Bu yanlis isletme kararindan sonra Starbucks agir bir zarar aldi ve 2003'te ISrail'deki 6 subesini kapatmak zorunda kaldi.

    Starbucks hala Israil' olan para yardimlarini surdurmektedir. Ayni zamanda Bush yonetiminin Afganistan ve Irak'ta surdurdugu isgal politikasini da desteklemektedir. Buna destek olabilmek icin Afganistan'daki isgal guclerine destek ve hizmet etmek uzere subelerini acmistir.

    Coca Cola

    Coca Cola 1966'dan bu yana Israil'in sadik bir savunucusudur.

    1997'de, Israil hukumeti ekonomi kurulu bu sirketi Israil Ticaret yemeginde Israil'e olan 30 yillik desteginden ve Arap Birliginin boykot kararini reddettigi icin onurlandirildi.

    2001 yilinda, Coca-cola merkez burosu, Amerika-Israil Ticaret Odasi odulleri galasina ev sahipligi yapti ve en buyuk sponsoruydu.

    Coca-cola sirketi calisanlarina Israil-Arap catismasi konusu da dahil degisik konularda egitim programlari duzenlemektedir. Bu egitim programlarinin icerigi Israil Ajansi ve Israil hukumeti tarafindan olusturulmaktadir.

    Subat 2002'de, "Israil Dostlari" adli bri grup olusturdu ve Minnesota Universitesi' nde unlu Siyonist Linda Gradstein'a bir seminer verdirdi.

    Temmuz 2002'de, Coca-cola milyonlarca dolarla Filsitin'in calinmis topraklari uzerinde yeni bir fabrika insaa edecegini ilan etti.

    Ekim 2005, Tavor Winey in %51 hissesini alarak Israil'deki yatirimlarini da arttirmis oldu.

    Nestle

    Bir İsviçre şirketi olan Nestle, Israil gida firmasi Osem'in %50.1'ine sahiptir. Aralik 2000'inde Nestle, Israil'de milyonlarca dolarlik global bir Ar-Ge merkezi kuracagini duyurdu.

    Nestle Siderot'ta fast food uretim fabrikalari kurdu. Nestle'nin birçok urunu bu fabrikalarda uretiliyor.

    1998 yilinda, Nestle Israil Basbakani Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en buyuk odulu "Jubilee Award" aldi. Bu odul, Israil ekonomisine en yuksek katkiyi saglayan kisi ve sirketlere devlet adina veriliyor.

    Danone

    1998 yilinda, Franc Riboud Danone adina Israil Basbakani Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en buyuk odulu "Jubilee Award" aldi. Bu odul, Israil ekonomisine en yuksek katkiyi saglayan kisi ve sirketlere devlet adina veriliyor.

    Danone Enstitusune ait bir Ar-ge 1998'te Israil'de kuruldu.



    In 1998, Mr. Franck Riboud, on behalf of Danone received the Jubilee Award by the Israeli Prime Minister Netanyahu. This is the highest tribute ever awarded by the "State of Israel" in recognition of those individuals and organizations, that through their investments and trade relationships, have done the most to strengthen the Israeli economy. [2]

    The Danone Institute, an R & D facility, was established in Israel in July 1998. [1]

    NOKİA

    Nokia yogun bir sekilde Israil'de yatirim yapiyor.

    Nokia genel muduru Lars Wolf The Jerusalem Post ile yaptigi bir mulakatta (4 mart 2001) "biz Israil konusuna butun yonleriyle onem veriyoruz, cunku bizim Israil Projesi olarak adlandirdigimiz dahil bir projemiz var. Bu projeyle Israil'e bir network perspektifinden, 'Nokia Venture Organizasyonu' ve Nokia Arastirma Merkezi perspektifinden bakiyoruz"

    Nokia Venture Organizasyonu, Aralık 2000'de yeni bir 500 milyon dolarlik fon kurdu ve bunun bir kisminin Israil sirketlerine gonderdi. Nokia Arastirma Merkezi de Israil ile yeni calismalari baslatmakda gorevli bir nokta.

    Nokia Networks, bir yil once Rosh Ha'ayin'de magaza acti. Calisanlarin sayisini sifirdan kirka cikardigini, alt yapi tamamlandigina bu sayinin katlanarak 3 ile 4 ay icinde 80 ile 100 sayisina ulasacagini soyledi Nokia genel muduru Lars Wolf.

    Wolf ayrica amaclarinin Israil'i Internet Protokol hareketinde, radio ve net erisiminde lider haline getirmek oldugunu soyledi.

    Johnson&Johnson

    Şirket, Israil firmasi Biosense icin 400 milyon$ odedi. Biosense, Hayfa merkezli bir tibbi malzeme sirketi.

    Johnson & Johnson, Shfayim yakinlarinda ofisini acti.

    1998 yilinda, Roger S. Fineon Johnson& Johnson adina Israil Basbakani Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en buyuk odulu "Jubilee Award" aldi. Bu odul, Israil ekonomisine en yuksek katkiyi saglayan kisi ve sirketlere devlet adina veriliyor.
    (16.01.2009 12:00)

siyonizm

özcan alper

    1975 hopa doğumlu yönetmen. Sonbahar adlı filmi ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film ödülünü almıştır.


    (15.01.2009 16:34)

sonbahar

    daha önce kısa metraj çeken Özcan Alper'in ilk uzun metrajlı filmi.

    ilk uzun metrajlısı için bu kadar iyi bir film yapmak yönetmen için avantaj mı dezavantaj mı bilemedim. anlatmak istediklerini ajitasyon yapmadan, bağırmadan, alabildiğine naif bir dille ama o kadar güçlü anlatmış ki, filmin sonu geldiğinde boğazınızda bir hıçkırık düğümlenip kalıyor, ağlayamıyorsunuz.

    gelgelelim çağan ırmak ıslaklığına alışanlar için bu film hiç ilgi çekici gelmeyecektir.*





    (15.01.2009 16:31)

sınır tanımayan doktorlar

gazze

    şu haberi okuyan ve aktaran ben sahiden insanlığımdan utanıyorum..

    Gazze ile ilgili son durum;


    İsrail BM medya binasını vurdu



    İsrail BM medya binasını vurdu
    İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırısı 20. gününe girerken kara kuvvetleri Gazze şehir merkezine girdi. Filistinli sivil halk pijamalarla kaçmaya, İsrail BM medya binasını vurdu. Binada yangın devam ediyor.

    İSRAİL GAZZE KENT MERKEZİNE GİRDİ

    Uluslararası haber ajansı AP, Filistinli kaynaklara dayandırdığı haberinde İsrail kara birliklerinin Gazze şehir merkezine girdiklerini ve korkuya kapılan binlerce sivilin kaçarak şehri terk etmeye başladığını belirtti.

    Paniğe kapılan sivil halktan bazıları canlarını kurtarmak için pijamalarıyla kaçarken, yaşlı insanların tekerlekli sandalyelerle kaçmaya çalıştığı görüldü.

    EL CEZİRE: İSRAİL HASTANE VURDU

    Arap televizyonu El Cezire ise İsrail'in Gazze kent merkezinde 500 kişilik bir hastane vurduğunu ileri sürdü. Ancak diğer haber ajansları haberi henüz doğrulamadı. El Cezire'nin Gazze'de kendi muhabiri bulunuyor.

    HAVADAN TAKVİYE DESTEK

    İsrail kara birliklerine helikopterler, tanklar ve ağır silahlı askeri araçlar destek veriyor. Uzmanlar İsrail'in Gazze kentine kara harekatı başlatarak saldırıyı yeni bir boyut taşıdığını ve Gazze'yi Hamas'tan kurtarmayı amaçladığını iddia ediyor. Kent merkezinde İsrail askerleri ile Hamaslı militanlar arasında şiddetli çatışmaların olacağı belirtiliyor.

    MÜLTECİ AJANSI MERKEZİ VURULDU

    Birleşmiş Milletler İsrail'in mülteci ajansı merkezini vurduğunu açıkladı. Daha öncede İsrail BM okulunu vurmuştu. Saldırıda onlarca Filistinli hayatını kaybederken, BM okulun vurulması konusunda soruşturma açılmasını istemişti.



    İSRAİL BM ARACI VURDU

    İsrail'in Gazze kentindeki saldırıları sırasında bir BM aracı da isabet aldı. BM yetkilisi Chris Gunnes, İsrail'in bombardımanı sırasında bir merminin BM aracına isabet ettiğini, olayda araç sürücüsünün yaralandığını söyledi.

    ŞU ANA KADAR 1066 FİLİSTİNLİ ÖLDÜ

    İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki operasyonları devam ederken, hava kuvvetlerinin ve tankların bombardımanları gece ve sabah saatlerinde de durmadı. Dün gece ve bugünkü operasyonlarda 11 Filistinli ölürken, 15'inin cesedi de daha önce vurulan yerlerdeki enkazlardan çıkarıldı.
    (15.01.2009 13:10)

sınır tanımayan doktorlar


    --- alıntı ---

    Médecins Sans Frontières 1971 yılında Nijerya İç Savaşı sonrasında Bernard Kouchner'in de dahil olduğu küçük bir Fransız doktor grubunca kuruldu. Dünyanın çoğu yerinde Fransızca ismini veya MSF kısaltmasını kullanan kuruluş, ABD'de daha çok Doctors Without Borders (Sınırları Olmayan Doktorlar) olarak anılır.

    MSF, Cenova, İsviçre'de bulunan uluslararası bir kurul tarafından yönetilir. 20 alt bölümü vardır. Her yıl 3,000 doktor, hemşire, ebe ve ikmalci projelerde çalışmak üzere işe alınır. Sürekli istihdam edilen 1,000 kişilik ekip, gönüllüleri toplar ve medya ile finans işlerini düzenler. Özel bağışlar, kuruluşun gelirlerinin %80'ini oluştururken, geri kalan kısım hükümetlerin ve şirketlerin yardımlarından sağlanır. MSF'nin yıllık bütçesi 400 milyon ABD Doları civarındadır.
    Nijerya İç Savaşı sırasında açlık çeken bir kız çocuğu.

    Kuruluş, 70'den fazla ülkede sağlık hizmetleri ve tıbbi eğitim programları uygular ve sıklıkla Çeçenistan ve Kosova gibi bölgelerde politik sorumluluk alınması talebinde bulunur. Kuruluş tarihinde sadece bir kez, 1994'teki Ruanda soykırımında ordu yardımı isteğinde bulunmuştur.

    MSF 1999 yılında üyelerinin özellikle hızlı gelişen krizlerde tıbbi hizmetler sağlaması ve uluslararası ilgiyi bu krizlere çekmes ile Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. O dönemde MSF başkanı olan Dr. James Orbinski ödülü MSF adına aldı. Bundan önce, MSF 1996 Seul Barış Ödülü'nü de kazanmıştır. Kuruluşun şu andaki başkanı Dr. Christophe Fournier'dir.

    Türkçe'ye de çevrilen İnsancıl Hukuk Sözlüğü de (ISBN 9750500970), örgütçe tasarlandı ve üye doktorlardan Françoise Boucher-Saulnier tarafından hazırlandı.



    --- alıntı ---

    kaynak:vikipedia

    ve güncel bir mail;

    Selam,

    Su an Pakistan'da bulunan MSF'de (Sinirsiz Doktorlar) calisan arkadasim Ercan Tureci'den bir e-mail geldi. MSF'nin gorusmeleri suruyormus ve neticede Gazze'ye gidecekler. Doktor tanisiklariniz varsa, ozellikle cerrah ve anestezist haber verin. MSAF'ye gonullu katilmak icin (doktorlar) Ercan'dan bilgi alabilirsiniz (etureci@yahoo. com) lutfen doktor tanidiklariniza da duyururmusunuz.

    Sevgiyle kalin,
    Mehmet Atak




    merhaba,


    MSF insan kaynaklari sorumlusundan mesaj aldim:

    su anda biri Gazze iclerinde, biri sinirda olmak uzere iki yerde calisma surduren msf, gazzeye daha cok expat getirip calisma-saglik hizmetini artirabilmek icin gorusmeleri surduruyormus. izin alinip sinir gecilebilir hale gelindiginde aninda gonderebilmek icin anestezist ve cerrah ekipleri olusturuluyormus. gonulluluk soruluyor ve bana da soruldu. onayladim, listedeyim. duruma gore burdan ya da ordan gazze'ye de gidebilirim.

    otesinde bi degisiklik yok, "hayat" devam ediyor!..


    umarım bu haber bir şekilde ilgili yerlere gider...
    (15.01.2009 13:06)

ben de özür dilerim

    Özür dilerim kampanyası ile ilgili Markar Esayan yazısı

    Ben de özür dilerim

    Markar Esayan - 18.12.2008

    Gündem Ermenilerden özür dileme konusuyla çalkalanıyor. Herhalde bunu normal karşılamak gerekiyor. Öyle ya, içinde Ermeni’nin geçtiği her cümle veya Ermeni sözcüğünün sadece kendisi bile dikkatin o yöne çevrilmesi için yeterli bu ülkede. Söz konusu metin de içinde özür, duyarsızlık, inkâr, vicdan, adaletsizlik gibi pek çok yüklü kelime ihtiva ettiğinden taraflı tarafsız pek çoklarının bir süre için duralamalarına yol açtı. Böyle bir girişime kategorik olarak karşı duran kesimler dışında, ki onlar da zaten hemen karşı bildiriler yayımlamaya başladılar-, bu tereddüt durumu oldukça anlaşılır. Öyle ya, zaten özür dileme olgunluğu ve bilincinde olan bir kişi, neden kendisini 1915’in müsebbipleri ile bağlantılı hissetsin, o korkunç eylemleri hiç onaylamamış, bundan acı duymuş bir kişi neden özür dileme gereği duysun ki!

    Ben de bir Ermeni olarak ASALA cinayetlerinden dolayı kendimi hiç suçlu ve sorumlu hissetmedim. 1915’ten sonra Rus ordusuyla gelip doğuda Müslümanları öldüren katillerle de bir empati geliştirecek halim yok. Bilakis, her iki dönemde katledilen tüm insanlar adına, en az 1915’te öldürülen Ermeniler için duyduğum acı kadar keder ve üzüntü var içimde. Böyle bir dünyada yaşadığım için çok kederliyim. Hepsi için, Habil’den beri öldürülen her bir can için çok üzgünüm. Hani bir faydası olacaksa, “Önce Ermeniler özür dilesin” diyenler var ya, eğer samimiyseler, hiç gocunmadan da özür dilerim; özür dilerim.

    Söz konusu kampanyayı başlatanların büyük kısmı yakın dostlarım. Bu konuya emek harcayan, risk alan, böyle bir tabuyu tartışmaya açma yürekliliğini gösteren kişiler. Sanırım Ermenilerden özür dileyecek, İttihatçılarla gönül bağı hissedebilecek son kişiler yine onlar. Bildiriye imza atanların da –şu an itibarıyla 11 bin kişi civarında- herhalde tamamı böyle hisseden kişilerden oluşacak. Bu, hepimizin içinde yer aldığı o en büyük aile olan insanlığa karşı işlenmiş tüm suçlara karşı takınılan ahlaki ve vicdani bir duruştur.

    Öyle ki, bu ülkede bir daha kardeş kardeşe düşmesin, ülke bir daha o karanlık günleri yaşamasın.

    Yoksa, değil böyle bir özür kampanyası, Türkiye bu konuda tam ve eksiksiz bir yüzleşme yaşasa dahi Ermenilerin 1915’te yaşadıkları yıkımı telafi etmek mümkün değil. Önemli olan, bu zihniyetin Türkiye’de bir daha böyle bir çılgınlığa kalkışmasını önleyecek bir aydınlanmayı sağlamaktır. Bu yüzleşme Türkiye’de maalesef yaşanmadı. Beni en çok tedirgin eden de bu. Biz 1915 ile hakkıyla yüzleşebilseydik, o zihniyeti yargılayıp içimizden bu illeti söküp atabilseydik, bugün çok daha demokratik, çok daha müreffeh ve güvenli bir ülkede yaşıyor olacaktık. Belki kısa cumhuriyet tarihimizde yaşanan pek çok katliam, kırım, darbe, gelir adaletsizliği, cinsiyetçilik, töre cinayetleri, Ergenekon yapılanmaları yaşanmayacaktı. Kişisel olarak beni yıkan bir acı olarak da, yüzde yüz eminim ki sevgili Hrant da bugün hayatta olacaktı. ***

    Hâsılı, bu imza kampanyası benim de dillendirebileceğim itirazlarıma karşın, demokratik olgunluğumuzu geliştirme yönünde sembolik ama ciddi bir işlev yükleniyor. Sorunun varlığını kabullenme yönünde, görüşümüz ne olursa olsun hepimiz için faydalı bir etkiye sahip. Bunları konuşuyoruz ve dünya yıkılmıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Gül de konu hakkında oldukça sağduyulu görüşler ifade etti. Kampanyayı düzenleyenlerin ve buna karşı çıkanların düşünce özgürlüklerini kullandıklarını, bunun komşu Ermenistan’la yaşanan son açılıma da faydalı olduğunu ima etti. Doğrusu da budur. Ermeni konusunda Türkiye’nin bildik içe kapanmacı, hırçın ve savunmacı politikasını sürdürmesini isteyenler hem Ermenistan’la gelişen ilişkileri, hem de böylesi sivil inisiyatifleri “davayı satmak” olarak yorumluyor, bunun Türkiye’nin soykırım iddiası konusunda elini zayıflattığını iddia ediyorlar. Oysa bu açık bir yanılgıdan ibaret. Bilakis, Obama döneminde –eğer tüm dert soykırımın ABD tarafından kabul veya reddedilmesi ise - bu tür açılımlar Türkiye’nin prestijini yükseltecek bir kalite farkını içeriyor.

    Ama tabii bir de Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları var. Erdoğan şöyle demiş: “Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür diliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir sorunu yok. Yani eğer ortada böyle bir suç varsa suç işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim ne ülkemin ne milletimin böyle bir sorunu yok...”

    Lakin bu heyecanlı açıklamanın şöyle bir problemi var. Bir yandan 1915 siyasilerin değil, tarihçilerin işi diyecek ve Ermenistan’a gerçeklerin ortaya çıkması için ortak tarih komisyonu kurmayı önereceksiniz, diğer yandan da böyle bir sorunumuz yok diyerek kişisel kanaatinizle tarih yazacaksınız. Konu sizin için tartışmalı olabilir, o zaman tutarlılık adına kendi kanaatinizi de arkadaş sohbetlerinize saklamanız gerekir.

    Hem kim sizden özür dilemenizi istedi ki?
    (14.01.2009 13:27)

er menilerden özür diliyorum

arat dink

yokluğum türk varlığına armağan olsun

    Arat Dink'in 14 Kasım 2008'de Taraf gazetesinde yayınlanan yazısı..

    Egemenlerin “İnkâr Hanı”nda konaklamaları geçicidir hep; o, hanın jeopolitik önemindendir, konjonktür baskısındandır, meşruiyet derdindendir. Zincirinden boşaldı mı “İkrar Evi”ne dönmek ister, evi gibi yoktur onun. Gönlünde yatan aslan kükrer: Yaptımsa yaptım; yine yaparım!

    Taraf - İstanbul

    17 Kasım 2008, Pazartesi

    Arat DİNK

    Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül soruyor: “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?”

    Soru basit, hadi cevap ver.

    Tek başına bir anlamı yok tabii. Hatta tek başına okunsa “Allah söyletmiş” ya da “gönülden söylenmiş sözler” de denebilir. Nitekim dünyanın birçok yerinde “Türkiye etnik temizliği kabul etti”, “Türkiye’de resmî görüş değişiyor” gibi olumlu yorumlarla karşılayanlar da olmuş.

    Oysa işin aslı öyle değil. Zira Bakan “bugünkü devlet”i olumlayarak soruyor sorusunu. “Şunlar devam etseydi bugünkü devlet olur muydu” derken de eğer bugünkü devleti olumluyorsan, o devam etmeyen şeylerin devam etmemesinden de memnunsun demektir. Açık açık da söylemiş zaten ben niye bu kadar uğraşıyorsam?..

    Birçok yabancı, “bir savunma bakanı niye bunlarla ilgileniyor” diye de sorabilir tabii. Türkiye’yi biraz bileni de “savunma”nın bu ülkede başka bir egemenin tekelinde olduğunu bildiğinden, savunma bakanının asıl işini yapamadığı için mecburen başka şeylerle (demografik yapı, ekonomi vs.) ilgilendiğini düşünebilirdi. Ama Türkiye’yi biraz daha tanısa, azınlıkların bu ülkede tam da bu alanda değerlendirildiğini bilecek, hatta eğitim kitaplarında azınlıklardan sadece Lise Milli Güvenlik Ders Kitabı’nda bahsedildiğini bilecek ve Bakan’ın bu ilgisine hiç şaşırmayacaktı. Kısacası, savunma bakanı işini yapıyor.

    Ciddiyete davet edildiğimi duyar gibi oluyorum. O yüzden bundan sonrası çok ciddi olacak. Soru neydi?..

    “Rumlar, Ermeniler (YAŞAMAYA) devam etseydi, bugün Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?”

    “Hayır olmazdı.” Basit soruya basit cevap.

    Sen kalk, yokluğuma övgü düz, sonra da o yokluğum üzerine bir ülkenin kurulduğunu ifade et, o ülkenin bugünkü halini makbul gör, ondan sonra da ‘olsalardı ne olurdu halimiz’ diye iç geçir. Kendi ayağına kurşun sıkmanın tarifi gibi bir şey. ‘Sana ne’ diyeceksiniz. Sıkmışsa sıkmış. O ayakla sizin birlikteliğinizi çoktan koparmadılar mı zaten? Gerçekten de işin bu bölümünden artık bana ne...

    Tabii işin en acı tarafı, Bakan’ın söylediklerinin büyük bölümünün maalesef doğru olması. Peki, doğruysa doğru, sorun ne? Bakan doğruyu söylüyor ama doğruyu yanlış söylüyor. Yüreğimizin tavan aralarına, bodrum katlarına koyup, gittiğimiz her yere beraberimizde götürdüğümüz, kırılgan acılarla dolu sandıklarımızı oradan oraya savuruyor. Zar zor, ite kaka vardığımız “O dönem herkes çok acılar çekti” kavşağından, direksiyonu birden bire “iyi oldu” sokağına kırıyor. Olanları doğru söylüyor ama olanların doğru olduğunu da söylüyor.

    Şu soruya hakkıyla cevap verelim şimdi...

    “Hayır, aynı olmazdı. Süper olurdu.”

    Sen ne diyorsun?

    Bütün ülke üç noktaya birikmez, kırk küsur merkez olurdu. Yirmi, otuz yıllık fidan hayatlarımız değil, kadim bir orman gibi kültürümüz olurdu. Anasının doğduğu yerde doğabilirdi herkes, işte o zaman ülke, “memleket” olurdu.

    Ben neler söylüyorum?

    Hiçbir şey değişmese bile en azından o insanlar bugün yanımızda, bizimle yaşıyor olurdu. Hiçbir şey değişmese bile en azından sen bu ülkede savunma bakanı olmazdın. Olsan da böyle düşünmezdin. Düşünsen de böyle konuşacak cesaret bulamazdın. Konuşsan da ertesi gün hâlâ bakan olmazdın.

    Bir daha bakalım, savunma bakanı neyi savunuyor?..

    Olmamamızın iyi olduğunu savunuyor. Tehcir ve mübadelenin Türkiye için çok hayırlı olduğunu savunuyor. Bunca yıl söyleyip duracaksın ‘öyle bir niyet yoktu, bunlar savaş tedbiri’ falan filan diye; ondan sonra da, bu “gönülsüz tedbirler”den nasıl fayda sağladığını, onların üzerine nasıl inşa olduğunu falan, rahat rahat anlatacaksın.

    Bu gönülsüz tedbirlerin anlamının “milyonlarca can” olduğunu ayrı bir cümlede söyleyeyim dedim, yoksa ağır olacak...

    Çok sık unutulan ilginç bir şey söyleyeceğim: Biz hâlâ varız. İşte şu kadarız bu kadarız. Azız mazız, azınlığız, ama varız. Bizim de (yani şu an olanlarımızın da) olmamamızı mı istiyor Bakan?

    “Yok” diyecek elbet. “Estağfurullah. Olur mu hiç öyle şey; sizin başımızın üstünde yeriniz var.” Madem bizim olmamızın bir mahzuru yok o ölenler, o gidenler de olsaydı... Ama o bunun cevabını vermiş. Onlar işte verimli topraktaydı, adadaydı modadaydı, paralar onlardaydı... “O verimli topraklar, o paralar babanın malıydı da hileyle hurdayla mı aldılar, yalanla dolanla mı aldılar? Onlar, o verimli topraklara gökten zembille mi indiler” diye sorarlar adama.

    Bu resmî tez benim kafamı iyice karıştırdı. O insanlar tedbiren mi sürüldüler, yoksa verimli topraklardalar diye mi sürüldüler? Unutmuşum, zaten Ermeniler Ermeni oldukları için sürülmemişlerdi... Sadede geliyoruz galiba. Tabii o zaman “soykırım”dan yırtmak için verimli topraklardaki müslim-gayrimüslim herkes sürüldü” gibi bir şey söylemek gerekecek o tarih de yakında yazılır herhalde.

    Sermayenin “milli”leştirilmesiyle (hele böyle millileştirme) liberal ekonominin aynı cümlede nasıl kullanıldığını da bir uzman bize anlatır artık. Sen “milli”yi böyle tarif et, “millet”i, “Türk”ü böyle tarif et ondan sonra da çıkıp “tek millet” diye slogan attığında karşı çıkanlara kapıyı göster. “Ben Türk değilim” diyene de kız.

    Çok ciddi bir önerim var. Hani göz bebeklerimizi, civcivlerimizi her pazartesi sabahı, torna-tesviye sıralarına oturtmadan önce, beton bahçelerde topluyoruz ya, hani onlara şuur aşılayıp, tekleştirip, kutsal amaçlara kanalize edip, dar borulardan geçiriyoruz ya. Hani hep bir ağızdan ant içtiriyoruz ya: “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye... Azınlık okullarında şöyle dedirtelim çocuklara mesele kapansın: “Yokluğum Türk varlığına armağan olsun.”

    İnkârdan ikrara doğru yol alınacağını elbette öngörebilirdik de, o ikrarın böyle gönülden bir ikrar, yaşananı olumlayan bir ikrar olacağını da doğrusu tahmin edemezdik.

    “Gönülsüz tedbirler”den, “gönüllü yokluğumuz”a, resmî ağzın önlenemez evrimine tanık oluyoruz. İç ses artık işkembede durmuyor, duramıyor. Ne de olsa egemenler inkârı sevmez. “Madem egemenim, niye inkâr edeyim?” Egemenlerin “İnkâr Hanı”nda konaklamaları geçicidir hep; o, hanın jeopolitik önemindendir, konjonktür baskısındandır, meşruiyet derdindendir. Zincirinden boşaldı mı “İkrar Evi”ne dönmek ister, evi gibi yoktur onun. Gönlünde yatan aslan kükrer: Yaptımsa yaptım; yine yaparım!

    Sür kardeşim o zaman. Gönlümüz zaten sürüldü çoktan. İliklerimize işlemiş kör olası ilkeler sayesinde zaten zar zor durduğumuz memleketimizden, atalarımızın, daha da önemlisi torunlarımızın yüzüne bakacak onurlu bir duruş uğruna ağız dolusu lafı yiyip yuttuğumuz, her gün yaşamaya çalışarak yaşadığımız DÜNYAMIZDAN, sür bizi de gayrı. Sür gitsin, sür bitsin. Bu lafı yutmayacağım ben.

    Ama niye süreceksin? Bizim etimiz ne budumuz ne? Dişinin kovuğuna gitmez. Zaten biz sürüyüz. Egemenliğe ortak olmayı istemek yerine, egemenin akıllısını ister ya sürüler, bizimki de o misal; oturmuş egemenin akılsızlığından bahsedip, egemen uyarıyoruz. Bu kadarı da fazla, bu iş böyle göstere göstere de yapılmaz ki. Vicdan evinden hiç mi geçmedi yolun?(AD/EÜ)
    (13.01.2009 16:48)

hrant dink

    arkadaşları ölümün yıldönümünde yine aynı yerde olacak..

    19 Ocak'ta, saat 3'te, ayni yerde...
    Dostumuz, canimiz, hakikat anlaticimiz
    Sevgili Hrant'imizdan ayrilali tam iki yil oldu.
    Bu upuzun iki yil, Hrant'in gidisiyle
    hayatimizdan eksilen renklerin yasini tutmakla gecti.
    Bizler bu ulkenin vatandaslari olarak,
    guvercin tedirginliginde,
    gercek failleri bulunmamis suikastlarla
    bir arada yasamak istemiyoruz.
    Bu akil almaz cinayetten nefret uretmeyen
    onurlu kalabaliklar olarak,
    bebeklerden katil yaratan karanliga isik dusurmek icin,
    ulkemizin aydinlik gelecegine sahip cikmak icin,
    buyuk acimizin yukunu birlikte tasimak icin,
    Adalet icin baris icin, kardeslik icin,
    Hrant Dink davasinin magdurlari ve takipcileri olarak
    19 Ocak Pazartesi gunu bir kez daha bulusuyoruz.
    Din, dil, irk, cinsiyet, siyasi gorus farki gozetmeden,
    halklarin kardesligine inanan tum yurttaslar
    yan yana geliyoruz.

    Agos gazetesinin onunde bulusuyoruz. Saat: 14.30 - 15.30

    HRANT'IN ARKADASLARI
    www.hranticinadalet icin.com

    (13.01.2009 16:46)

patriarka

    Vikipedia diyor ki;

    Ataerkillik, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir. Bu erkek üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, anaerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur.

    Ataerkillik sözcüğü Türkçe kökenlidir. Türkçe'ye Fransızca'dan geçmiş olan ve batı dillerinde Ataerkillik manasında kullanılan patriarka sözcüğü ise Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. ataerkilliğe dayanan, ata erki temelli olan oluşumlara "ataerkil" veya "patriarkal" denir.

    Modern dünyada dahi ataerkilliğin hakimiyeti neredeyse tartışılmazdır. Bununla birlikte, ataerkil olduğu söylenen toplumlar arasında büyük farklılıklar göze çarpmaktadır. Ataerkillik, maço kültürün yaygınlaşmasına da zemin hazırlamıştır. Bazı tarihçilere göre ataerkillik (partiarka) dünya toplumlarına egemen olmadan önce bazı toplumlarda bazı toplumlar anaerkil bir düzene sahipti, bazılarında da cinsiyet egemenliği bulunmamaktaydı.

    ---

    Patriarka sınıf tanımaz, her düzende kendini besleyebilir yapıdadır. Tarihte örnekleri ziyadesiyle mevcuttur. Yani demem o ki patriarka yıkılmadan kadınlar özgür olamaz..*
    (12.01.2009 10:19)

sayfa: 1-2-3-4...-42

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.